Balıkesir

tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1898 Balıkesir Depremi ve Zağnos Paşa Camii’nin Yıkılışı

Balıkesir tarihinin en yıkıcı doğal afetlerinden biri olan 1898 depremi, şehri derinden sarsmış, çok sayıda yapının yerle bir olmasına neden olmuştur. Bu büyük felaketin en dikkat çeken kayıplarından biri ise, şehrin en önemli tarihi ve dini simgelerinden biri olan Zağnos Paşa Camii’dir.

Fatih Sultan Mehmed’in vezirlerinden Zağnos Mehmed Paşa tarafından 15. yüzyılda inşa ettirilen bu cami, sadece bir ibadet yeri değil, aynı zamanda Balıkesir’in kalbinde yükselen bir kültür ve tarih anıtıydı. Geniş avlusu, anıtsal kubbesi ve klasik Osmanlı mimarisini yansıtan detaylarıyla hem halkın hem de seyyahların hayranlıkla baktığı bir eserdi.

Ancak 1898 yılında meydana gelen şiddetli deprem, kentin birçok yapısıyla birlikte Zağnos Paşa Camii’ni de ağır şekilde etkiledi. Ana kubbe çöktü, duvarlarda büyük çatlaklar oluştu ve minare yıkıldı. O dönemin kayıtlarına göre, caminin büyük kısmı kullanılamaz hale geldi ve uzun yıllar ibadete kapalı kaldı.

Bu yıkım, Balıkesir halkı için hem manevi hem de kültürel bir kayıptı. Cami sadece taş ve tuğladan ibaret değildi; Balıkesirliler için geçmişle kurdukları bağın somut bir temsilcisiydi. Deprem sonrası caminin yeniden inşası ve restorasyonu uzun zaman almış, çeşitli dönemlerde onarımlarla bugünkü haline kavuşturulmuştur.

Zağnos Paşa Camii’nin 1898’deki yıkımı, Balıkesir’in geçmişinde derin izler bırakmıştır. Bugün cami ayaktadır, ancak yaşadığı bu büyük sarsıntı, hem tarihsel belgelerde hem de halkın hafızasında yerini korumaktadır. Bu olay, geçmişten günümüze yapıların korunması ve afetlere karşı dayanıklı hale getirilmesi gerektiğini hatırlatan önemli bir örnek olarak değerlendirilmektedir.





Balıkesir’i Balıkesir Yapan Değerler Neler?

Balıkesir’in Ruhu Sadece Taşta, Toprakta mı Saklı?

Balıkesir… Sadece tarihi eserleri, turistik kıyıları ve kültürel mirasıyla değil; yaşanmışlıklarıyla, insanıyla, sesiyle, kokusuyla ve dokusuyla anlamlı bir şehir. Müzeleriyle geçmişe, yaylalarıyla ferahlığa, sahilleriyle huzura açılan kapıdır belki ama onu Balıkesir yapan yalnızca bunlar değildir. Çünkü bir şehri şehir yapan, onun haritada kapladığı alan değil; yaşattığı hissin ta kendisidir.

Balıkesir; sokakta gülerek koşan bir çocuğun neşesidir. Gölgesinde oyun oynanan ağacın gövdesidir. Tarladan dönen, yorgun ama umutla gülümseyen çiftçi amcanın alın teridir. Tezgâhının başında ilmik ilmik dokuma yapan teyzemizin sabrıdır. Evlat bekleyen yaşlı bir çiftin, pencere önündeki sessiz duasıdır. Kaldırım kenarında uyuklayan kedi, kıyıda su içen kuş, sokaktan selam veren komşudur Balıkesir.

Bir yağmurdan sonra toprağa sinmiş çiçek kokusunda saklıdır Balıkesir. Bi ağacın altına yaslanıp gökyüzünü izlerken içimize çektiğimiz sessizlikte, geceleri uzaklardan duyulan köpek havlamasında, sabahları uyanan horoz sesinde hissedilir. Rengârenk yöresel kıyafetlerle halay çeken kadınların ayak sesidir Balıkesir. Pazarda "bereketli olsun" diyen esnafın, fırından yeni çıkmış ekmeğin buğusudur.

Balıkesir sadece bir şehir değil; yaşayan, anlatan, öğreten ve büyüten bir yaşamdır. İnsanı, hayvanı, çiçeği, taşı, toprağıyla bir bütün olan; geçmişle bugünü aynı potada harmanlayan bir bellektir. Kar beyazı kuzusuyla da, köy çeşmesinden su taşıyan çocukla da, saban süren yaşlı bir ellerle de yeniden ve yeniden doğan bir hikâyedir. Bir ilçesinde üzüm yetişir, bir diğerinde zeytin; ama her karışında sevgi yeşerir, emek kokar.

Çünkü bizce Balıkesir’i Balıkesir yapan; sadece geçmişin izleri değil, bugünün sahip çıkanlarıdır. Tarihi kadar bugünü paylaşanlarıdır. Sokakta yürüyen bir gencin selamı, tarlasındaki çiftçinin duası, çömlek başında dönen toprağın kıvama gelmesi, bir annenin elinden çıkan dantelin sabrı, her biri bu topraklara ait kimliğin parçalarıdır.

Balıkesir’i anlatmak, sadece broşürlerde yer alan bilgilerle olmaz. Onu tanımak için yokuş yukarı yürüyüp bir çınar ağacının gölgesinde dinlenmeli, köy kahvesinde çay içip bir büyüğün anlattığı hikâyeyi dinlemeli, sabah pazarda alışveriş yaparken "nasılsın" diyen teyzenin gözlerine bakmalı. Çünkü Balıkesir, yaşanmadan bilinmez.

Ve biz inanıyoruz ki…
Balıkesir’i Balıkesir yapan; saymakla bitmeyecek kadar çok, hissettikçe çoğalan her şeydir.



Bir Kahramanın Sessiz Fedakârlığı: Seyit Onbaşı

1915 yılında yapılan Çanakkale Savaşları sırasında Rumeli Mecidiye Tabyası’nda görev yapan Seyit Onbaşı, kabul edilmesi güç bir kahramanlığa imza atmıştır. Normal şartlarda kaldırılması mümkün olmayan 276 kiloluk mermiyi sırtlayarak topa yerleştirmiş ve İngiliz zırhlısı HMS Ocean’ı vurarak batırmıştır. Bu kahramanca hareketiyle, 18 Mart’ta Çanakkale Deniz Savaşları’nın zaferle sonuçlanmasına büyük katkı sağlamıştır. Ancak savaş burada bitmemiş, bir yıl kadar süren kara savaşları devam etmiş ve nihayetinde düşman, Çanakkale’den tamamen çekilmek zorunda kalmıştır. Seyit Onbaşı, o gün yalnızca bir mermi değil, vatanın yükünü kaldırmış ve savaşın seyrini değiştirmiştir.

Sessiz kahramanlar

Cephede savaşan askerler kadar, onların geride bıraktığı aileleri de savaşın ağır yükünü taşımak zorunda kalmıştır. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, cephedeki evlatlarını hasretle beklerken bir yandan da zor şartlarda ekonomiyi ayakta tutmaya çalışmışlardır.

Savaş, her zaman belirsizlikler ve ihtimallerle doludur. En kötü ihtimal, ordunun yenilgiye uğrayarak vatan topraklarının düşman çizmeleri altında ezilmesi olurdu. Ancak Allah’a şükür ki ordumuz, büyük bir zafer kazanmıştır. Fakat zafer, her zaman askerlerin sağ salim döneceği anlamına gelmez.

• Kimi asker şehit olur, künyesi gelir.

• Kimi yaralanıp gazi olarak döner.

• Kimi düşmana esir düşer.

• Ve kimi de nasibi varsa sağ salim evine kavuşur.

Cephe gerisinde bekleyen aileler için bu bilinmezlik, en büyük sınavdır. “Beklemek, ateşten zordur.” denmiştir. İşte, Seyit Onbaşı’nın ailesi de bu bilinmezlik içinde yıllarca beklemiştir.

Eve dönüşü

Seyit Ali Çabuk, yani Seyit Onbaşı, yıllarca cepheden cepheye koşmuş, vatan müdafaasında bulunmuş bir askerdi. Çanakkale Savaşları sona erince terhis edilmiş ve sağ salim köyüne dönme vakti gelmişti. Ancak ne ailesinden onun haberi vardı ne de onun ailesinden…

Terhis edilince, köyüne doğru uzun bir yolculuğa çıktı. O dönemin şartlarında haber verme imkânı olmadığı için ailesi, onun yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu. Uzun süren bir yolculuğun ardından Balıkesir’in Havran kazasına bağlı Çamlık köyüne (bugünkü adıyla Koca Seyit Köyü’ne) ulaştı. Gece vakti evinin önüne geldi. Ancak birden içeri girerse ev halkının korkabileceğini düşündü ve bir süre kapıda bekledi.

Fakat beklemeye dayanamadı, kapıyı çaldı. Bazı anlatımlara göre ise annesi, camdan dışarı bakınca sakallı birini fark edip evdekilere haber verdi. Böylece kapıyı çalmak zorunda kaldı.

Zorluklarla dolu bir hayat

Seyit Onbaşı, savaşa giderken evliydi. Küçük bir kız çocuğunu, eşini ve yaşlı anne babasını geride bırakmıştı. Geri döndüğünde kendisini nasıl bir hayatın beklediğini bilmiyordu.

Kapıyı çaldığında içeriden annesinin sesi geldi:

•“Kim o?”

•“Ana, ben Seyit!”

Kapı açıldığında, anne-oğul birbirine sarıldı ve gözyaşları sel oldu. Ancak Seyit Onbaşı, etrafta babasını göremedi. Annesi, gözleri dolarak “Oğlum, baban vefat etti...” diyebildi.

Seyit Onbaşı’nın annesi, eşi ve küçük kızıyla birlikte üç kadın, savaş boyunca hayatın bütün yükünü sırtlamıştı. Bir yandan evin geçimini sağlamaya çalışırken, bir yandan da oğullarının sağ salim döneceği günü beklemişlerdi. Şimdi, vatanın yükünü kaldıran Seyit Onbaşı, artık ailesinin yükünü kaldırmak zorundaydı.

Omuzlarındaki yeni yük: Ailesinin geçimi

Seyit Onbaşı, babasından kalan eşekle dağdan odun taşıyarak ailesini geçindirmeye çalıştı. Bir gün, biraz helva ve pazar ekmeği alarak ailesine küçük bir ziyafet çekmek istedi. Ancak kaderin ona yükleyeceği yük bitmemişti…

Babasından kalan eşek bir süre sonra öldü. Bu kez kendi sırtında odun taşımaya başladı. Ardından bir zeytinyağı fabrikasında hamal olarak çalışmaya başladı ve sırtında ağır yükler taşıyarak ailesinin nafakasını temin etmeye gayret etti.

Kader, ona hep omuzlarında ağır bir yük taşıma şerefi vermişti. Önce vatanını, sonra ailesini omuzlarında taşımıştı.

Son günleri

Soğuk bir kış günü, hamallık yaptığı sırada terleyip soğuyunca zatürreye yakalandı. Ne yazık ki bu hastalıktan kurtulamadı ve 1 Aralık 1939’da, 50 yaşında vefat etti.

Seyit Onbaşı’nın mirası ve bugüne mesajı

Seyit Onbaşı, cesur, yiğit ve kahraman olduğu kadar mütevazı ve alçakgönüllü bir insandı. Savaşta yaptıklarını anlatmaz, “Herkes görevini yaptı.” derdi. O, hiçbir zaman kendisini kahraman olarak görmedi, ama tarih, onu hep öyle anacaktır.

Bugün Seyit Onbaşı’nın torunları olarak, ondan alınacak büyük dersler var:

✔ Vatanın ve ailenin yükünü omuzlamak, bir babanın ve bir evladın en büyük vazifesidir.

✔ Şartlar değişse de, bir babanın görevi değişmez.

✔ O gün sırtında odun taşıyan Seyit Onbaşı vardı; bugün de evinin kirasını, elektrik faturasını, çocuklarının masrafını karşılamaya çalışan babalar var.

✔ En önemli şey, ümidini kaybetmeden, azim ve şevkle mücadelesini sürdürmektir.

Bugünün babaları, Seyit Onbaşı’nın torunları olduklarını unutmazlarsa, vatanını ve ailesini koruma şuurunu da kaybetmezler. Çünkü tarih, sırtında yük taşıyanları değil, yükün altına girmeyenleri unutur.




Balıkesir: Tarih, Kültür ve Doğanın Buluştuğu Şehir

Balıkesir: Tarih, Kültür ve Doğanın Buluştuğu Şehir

Balıkesir'in Tarihi ve Kültürel Zenginlikleri

Balıkesir, Türkiye'nin kuzeybatısında, Marmara ve Ege Bölgeleri arasında stratejik bir konumda yer alan, zengin tarihi ve kültürel mirasıyla öne çıkan bir şehirdir. Tarih boyunca Misya ve Karesi adlarıyla anılan bu bölge, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu, Karesi Beyliği ve Osmanlı gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Sahip olduğu tarihi yapılar, geleneksel el sanatları ve köklü mutfak kültürü ile Balıkesir, Anadolu’nun kadim şehirlerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir.

Balıkesir'in Osmanlı Mirası ve Kurtuluş Mücadelesindeki Rolü

Balıkesir'in kültürel dokusu, Osmanlı döneminden kalma camiler, medreseler, hamamlar ve çarşılarla şekillenmiştir. Zağnos Paşa Camii, Yıldırım Camii, Karesi Bey Türbesi gibi yapılar, Balıkesir’in tarihi kimliğini yansıtan önemli eserler arasındadır. Bununla birlikte, Balıkesir, Kuvayı Milliye hareketinin doğduğu şehirlerden biri olarak Türk Kurtuluş Savaşı’nda kritik bir rol oynamıştır. Balıkesir Kuvayı Milliye Müzesi, Kurtuluş Savaşı’na ait belgeler ve eşyalar ile şehrin bu mücadeledeki önemli yerini gözler önüne sermektedir.

Balıkesir'in Geleneksel El Sanatları ve Yaşayan Kültürü

Balıkesir’de geleneksel el sanatları hala yaşatılmaktadır. Özellikle halı dokuma, bakırcılık ve çömlekçilik, geçmişten günümüze aktarılan önemli zanaatlar arasındadır. Sındırgı ve Bigadiç’te dokunan Yağcıbedir halıları, dünyaca ünlü motifleri ve sağlam dokusuyla dikkat çeker. Ayrıca, Bakırçay Vadisi ve Manyas civarında çömlekçilik sanatı hala devam etmektedir.

Balıkesir'in Doğal Güzellikleri

Balıkesir, hem Marmara hem de Ege Denizi’ne kıyısı olan ender şehirlerden biridir. Sahip olduğu doğal güzellikler, plajlar, termal kaynaklar ve eşsiz doğal parklar ile ziyaretçilerine farklı alternatifler sunar. Kaz Dağları, Manyas Kuş Cenneti, Avşa ve Cunda Adaları, Şeytan Sofrası gibi doğal alanlar, şehrin doğayla iç içe bir yaşam sunduğunu göstermektedir. Özellikle Kaz Dağları, temiz havası, endemik bitki türleri ve mitolojik geçmişiyle doğa severler için cazibe merkezidir.

Balıkesir'in Zengin Mutfağı ve Yöresel Lezzetleri

Balıkesir mutfağı, hem Ege’nin hafif ve sağlıklı yemek kültürünü hem de Marmara’nın et ve süt ürünlerine dayalı lezzetlerini barındırır. Bamya, börülce, kavun, zeytin ve zeytinyağı gibi ürünler, şehrin mutfağında önemli bir yer tutar. Ayrıca, Yağcıbedir halısı kadar meşhur olan Balıkesir kolonyası, şehrin sembollerinden biridir.

Balıkesir denildiğinde akla gelen bazı yöresel lezzetler şunlardır:

  • Kozak üzümü: Verimli topraklarında yetişen özel bir üzüm çeşidi.
  • Ayvalık tostu: Ege’nin meşhur sandviçi, özellikle Ayvalık sahillerinde en çok tercih edilen lezzetlerden biri.
  • Susurluk ayranı: Köpüğü ve yoğun kıvamıyla Türkiye’nin en ünlü ayranlarından biri.
  • Saçaklı mantı: Balıkesir’e özgü farklı bir mantı türü.
  • Höşmerim: Geleneksel tatlılardan biri olup, peynir ve irmikle hazırlanan özel bir lezzet.

Balıkesir'in Kültürel Mirasını Gelecek Nesillere Aktarmak

Balıkesir'in tarihi, kültürel ve doğal zenginlikleri, şehrin ruhunu ve kimliğini oluşturan önemli unsurlardır. Bu mirasın korunması, yaşatılması ve gelecek nesillere aktarılması, Balıkesir’in köklü geçmişinin anlaşılması açısından büyük önem taşımaktadır. Tarihi yapıları restore etmek, el sanatlarını desteklemek ve doğal güzellikleri korumak, bu kültürel mirasın sürdürülebilirliğini sağlamak için atılması gereken adımlardır.

Balıkesir, geçmişin izlerini taşıyan sokakları, doğal güzellikleri ve yaşayan gelenekleriyle, hem tarih meraklıları hem de doğa tutkunları için keşfedilmeye değer bir şehirdir.

 Mustafa Çetin - Balikessir.com Yazarı 




Balıkesir’in Simgesi Zağnos Paşa Cami: Bir Dayanışma Hikâyesi ve Gizemli Saat

1898 Balıkesir Depremi ve Zağnos Paşa Camii’nin Yeniden İnşası

Şiddetli Depremin Yıkıcı Etkisi

29 Ocak 1898 tarihinde Balıkesir’de meydana gelen şiddetli deprem, şehri derinden sarsan büyük bir felaketti. Deprem, yalnızca ev ve dükkânları değil, aynı zamanda şehrin en önemli tarihî yapılarından biri olan Zağnos Paşa Camii’ni de ağır şekilde tahrip etti. Sarsıntının etkisiyle caminin kubbesi tamamen çöktü, duvarları büyük ölçüde zarar gördü ve yapı kullanılamaz hale geldi. Yalnızca ibadet edenler için değil, aynı zamanda şehrin tarihî kimliği açısından da büyük bir kayıp olan bu yıkım, Balıkesir halkını derin bir üzüntüye boğdu.

Ömer Âli Bey’in Öncülüğünde Yeniden İnşa Süreci

Depremin ardından, dönemin Karesi (Balıkesir) Mutasarrıfı Ömer Âli Bey, Zağnos Paşa Camii’ni yeniden inşa etmek için harekete geçti. Caminin onarımı için gerekli maddi kaynaklar sınırlıydı, ancak Ömer Âli Bey, bu durumu bir engel olarak görmedi. İlk etapta kendi imkânlarını seferber ederek çalışmaları başlattı. Ancak böylesine büyük bir yapının ayağa kaldırılması için yalnızca kişisel gayret yeterli olmayacaktı. Bunun farkında olan Ömer Âli Bey, Balıkesir halkını da bu sürece dâhil etti ve toplumsal dayanışma ruhunu harekete geçirdi.

Balıkesir Halkının Dayanışma İçindeki Katkıları

Caminin yeniden inşasında Balıkesir halkı büyük bir fedakârlık gösterdi. Halk, taş ve toprak toplayarak inşaat sürecine doğrudan katkıda bulundu. Bunun yanı sıra, minare yapımı, büyük lambalar, mermer kapılar ve pencereler gibi bölümler için maddi destek sağladı. Zor şartlara rağmen Balıkesirliler, caminin eski ihtişamına kavuşması için el birliğiyle çalıştı. Bu süreç, yalnızca bir ibadethanenin yenilenmesi değil, aynı zamanda toplumsal birlikteliğin ve yardımlaşmanın en güzel örneklerinden biri oldu.

Zağnos Paşa Camii 1904’te Yeniden Açıldı

Yaklaşık 2,5 yıl süren yoğun çalışmaların ardından, Zağnos Paşa Camii 1904 yılında tekrar ibadete açıldı. Caminin kapısına yerleştirilen saat, yalnızca zamanı göstermesi için değil, bu büyük inşaat sürecinin tamamlanmasını simgelemesi için konuldu. Böylece, caminin yeniden inşası Balıkesir tarihine önemli bir dönüm noktası olarak geçti.

Ömer Âli Bey’in Balıkesir’e Katkıları

Ömer Âli Bey, yalnızca Zağnos Paşa Camii’nin yeniden inşasında değil, aynı zamanda Balıkesir’in genel imarı ve gelişimi için de büyük katkılar sundu. Görev süresi boyunca şehirde birçok eser kazandıran ve şehri kalkındırmak için kendi servetini harcamaktan çekinmeyen bu özverili yönetici, halk tarafından büyük saygı ve minnetle anıldı. Onun liderliğinde yapılan çalışmalar, Balıkesir’in yalnızca fiziksel olarak değil, sosyal ve kültürel açıdan da gelişmesine önemli katkılar sağladı.

Tarihî Bir Dayanışma Örneği

Zağnos Paşa Camii’nin yeniden inşası, yalnızca bir ibadethanenin onarılması değil, bir şehrin birlikte ayağa kalkışının sembolü oldu. Balıkesir halkının dayanışması ve Ömer Âli Bey’in kararlı liderliği sayesinde cami, tarihî ve kültürel mirasın önemli bir parçası olarak yeniden hayat buldu. Bu süreç, sadece geçmişin bir hatırası değil, aynı zamanda toplumsal birlikteliğin ve fedakârlığın gelecek nesillere aktarılması gereken kıymetli bir örneği olarak tarihe kaydedildi.




Balıkesir Zağnos Paşa Cami Saati (balikessir.com)



Balıkesir’in 'Balıkessir' Hikayesi

Osmanlı döneminde demiryolu projelerinin çoğu yabancı ortaklığında şirketler tarafından inşa ediliyordu. Bu durum, tabelalarda kullanılan dil ve alfabe üzerinde önemli etkiler bıraktı. 19. ve 20. yüzyılın başlarında, uluslararası iletişim ve ticarette yaygın olan Latin alfabesi, modernleşme hareketlerinin bir parçası olarak benimsendi. Bu süreçte, Osmanlı coğrafyasındaki yer adları da Latin harflerine yazıya aktarılırken farklılaşmalar yaşandı.


Özellikle Balıkesir örneğinde, şehrin adı Osmanlıca'da yazılırken kullanılan telaffuz ve imla, Latin alfabesine aktarılırken “Balıkessir” şeklinde kayda geçti. Bu durum, yabancı işletmecilerin ve uluslararası yolcuların anlayabileceği standartların oluşturulmasında önemli rol oynadı.


Diğer önemli noktalar şunlardır:

• Yabancı İşletmeciler: Osmanlı demiryolu hatlarının büyük bir kısmı, yabancı şirketler tarafından işletiliyordu. Bu şirketlerin kullandığı alfabe ve imla, yer adlarının Latin harflerine çevrilmesinde etkili oldu.

• Uluslararası Ulaşım: Osmanlı’dan Avrupa’ya uzanan ulaşım ağında, şehir isimlerinin uluslararası standartlara uygun şekilde Latin alfabesiyle yazılması, yolcuların şehirleri kolayca tanıyabilmesini sağladı. Özellikle Balıkesir, yazıya aktarım sonucu “Balıkessir” olarak kayda geçti.

• Modernleşme Süreci: Tanzimat Dönemi’nden itibaren başlayan modernleşme hareketleriyle, Batı etkisi resmi yazışmalara ve tabelalara yansımış, Latin alfabesinin kullanımı artmıştır.

Cumhuriyet'in ilanı ve Latin alfabesine geçişten sonra bu ikili alfabe kullanımı son buldu. Ancak, bazı tarihi tren garlarında hâlâ bu çok dilli tabelalara rastlamak mümkün. Günümüzde de almanca ve fransızca yerine ingilizce tabelaların kullanımı yaygınlaşmıştır.

balikessir.com

Balıkessir Yazılı Balıkesir Gar Tabelası





Pamukkale: Türkiye'nin Doğal Harikası

Pamukkale, Türkiye'nin güneybatısındaki Denizli ilinde yer alan ve dünyaca ünlü bir doğal sit alanıdır. Bölge, termal kaynak suyunun akışıyla oluşan karbonat mineralleriyle kaplı traverten teraslarıyla tanınmaktadır. Türkiye'nin İç Ege bölgesinde, ılıman iklimiyle bilinen Menderes Nehri vadisinde konumlanmıştır.


Hierapolis: Antik Dünyanın Şifa Merkezi

Antik Yunan kenti Hierapolis, Pamukkale'nin ünlü traverten oluşumlarının üzerine inşa edilmiştir. Yaklaşık 2.700 metre uzunluğunda, 600 metre genişliğinde ve 160 metre yüksekliğinde olan bu traverten oluşumu, vadinin karşı tarafındaki tepelerden ve 20 km uzaklıktaki Denizli ilinden bile görülebilmektedir. Bu bölge, antik çağlardan beri termal kaynaklarıyla ziyaretçileri çekmektedir.


Pamukkale'nin Jeolojisi

Pamukkale'nin ünlü terasları, kaplıcalardan gelen maden suyunun biriktirdiği travertenlerden oluşmaktadır. Bölgede sıcaklıkları 35 °C ile 100 °C arasında değişen 17 kaplıca bulunmaktadır. Kaynaktan çıkan su, traverten terasların başına taşınır ve burada kalsiyum karbonat birikintileri oluşturur. Bu birikintiler, zamanla kristalleşerek traverten oluşumlarını meydana getirir. Bölgede ayrıca Kaklık Mağarası gibi doğal mağaralar da yer alır.


Pamukkale'nin Beyaz Terasları

Pamukkale'nin beyaz terasları, doğal traverten oluşumları ve sıcak havuzlarıyla ünlüdür. Mineral bakımından zengin sular, dağ yamacından yavaşça damlayarak mineral teraslarında toplanır ve aşağıdaki havuzlara akar.


Hierapolis'in Arkeolojik Önemi

Hierapolis, Selevkos İmparatorluğu döneminde bir termal kaplıca olarak kurulmuştur. Şehrin kökeni hakkında bilinen tarihi gerçekler sınırlıdır. Frigler, muhtemelen MÖ 7. yüzyılda bir tapınak inşa etmişlerdir. Hierapolis, Roma döneminde önemli bir şifa merkezi haline gelmiştir. MÖ 133 yılında Roma'nın Asya eyaletinin bir parçası olmuştur. MS 17 yılında büyük bir depremle yıkılmıştır.


Hierapolis'te Hristiyanlık ve Bizans Dönemi

Hristiyan Havari Pavlus'un etkisiyle, Efes'te bulunduğu dönemde Hierapolis'te bir kilise kurulmuştur. Hristiyan Havari Filip de hayatının son yıllarını burada geçirmiştir. Şehir, Bizans döneminde de önemli bir Hristiyan merkezi olarak kalmıştır. 4. yüzyılda, Hristiyanlar tarafından Pluto'nun Kapısı olarak bilinen yer kapatılarak Hristiyanlığın baskın din haline geldiği vurgulanmıştır.


Pamukkale Müzesi Nerede?

Pamukkale Müzesi'nde, Hierapolis'in yanı sıra Laodikeia, Colossae, Tripolis, Attuda ve Lykos vadisinin diğer kentlerinden tarihi eserler sergilenmektedir. Müze, tonozlu Hierapolis Hamamı binalarının üç salonundan ve açık hava müzesinden oluşmaktadır. Ayrıca, Beycesultan Höyük'te bulunan Tunç Çağı zanaat örnekleri ve Karia, Pisidia, Lydia bölgelerinden gelen eserler de müzede yer almaktadır. Müze, Denizli ili Pamukkale ilçesinde yer almaktadır




Tarihe Geçen Zaferin 102. Yılı: Sındırgı’nın Kurtuluş Bayramı!

 Sındırgı'nın Düşman İşgalinden Kurtuluşu Kutlu Olsun!


Sındırgı, düşman işgalinden kurtuluşunun yıl dönümünü büyük bir coşkuyla kutlamaya hazırlanıyor. 2 Eylül 2024 Pazartesi ve 3 Eylül 2024 Salı günlerinde düzenlenecek olan etkinliklerde, hem tarihi anılar tazelenecek hem de milli birlik ve beraberlik ruhu yeniden canlandırılacak.


2 Eylül 2024 Pazartesi:

12.00 - İbrahim Ethem Akıncı Kabri Ziyareti

12.30 - Makbule Efe Kabri Ziyareti

3 Eylül 2024 Salı:

10.45 - Çelenk Töreni (Hükümet Konağı)

10.55 - Kortej Yürüyüşü (Hükümet Konağı'ndan Cumhuriyet Meydanı'na)

11.00 - Kutlama Töreni (Cumhuriyet Meydanı)

Sındırgı'nın kurtuluşu anısına düzenlenen bu anlamlı etkinliklere tüm halkımız davetlidir. Bu önemli gün, tarihimize sahip çıkma ve milli değerlerimizi yaşatma adına bir kez daha hepimizi bir araya getiriyor.

Tüm hemşerilerimizi, bu özel günün coşkusuna ortak olmaya davet ediyoruz.



SINDIRGIDA NERELER GEZİLİR?

 SINDIRGIDA YAPMADAN DÖNMEYİN

Yörenin Tek Çömlek Atölyesinde kendi ellerinizle yaptığınız Toprak Fincan Takımı ve Çömlek Gramofonu almadan

⚫ Emendere'nin termal sularında şifa bulmadan

⚫ Hisaralan'ın kaplıca sularında yorgunluğunuzu atmadan

⚫ Şerif Paşa Camii ve meydanında tarihi atmosferi keşfetmeden

⚫ Tıbbi aromatik bitki çaylarını içmeden

⚫ Yöreye has ürünleri alabileceğiniz Hanımeli Çarşısını gezmeden

⚫ Ev hanımlarının evlerinde yapılan yöresel börekleri yemeden

⚫ Kertil Çam Ormanlarından özünü alan Tarihi Kertil Çam Kolonyalarını almadan

⚫ Antik Osmanlı çarşısını gezmeden

⚫ Atın üzerinde doğayı keşfetmeden

⚫ Ulus Dağında yetişen endemik bitkileri görmeden

⚫ Doğanın büyüsünde anılarınızı ölümsüzleştirecek kadrajları yakalamadan

Cüneyt Vadisi yürüyüş parkurunun tatlı rüzgarında oksijeni depolamadan

⚫ Tarihi Ambarlarda saklanan doğal ürünleri almadan

⚫ Üreticisinden doğal ürünleri alabileceğiniz, cumartesi günleri kurulan bölgenin en büyük kapalı pazar yerini gezmeden

⚫ Termal sulardan lezzetini alan yöresel Kabak Tatlısını yemeden

Yöreye has Küçükbükü Çıtır Kavununu almadan

⚫ Sokak köftecilerinde ekmek arası lezzetin tadına bakmadan

Birbirinden güzel lokantalarda, yörede yetişen et ve sebzeler ile yapılan ev lezzetindeki yemeklerin tadına bakmadan

Sındırgı'dan dönmeyin..


YEŞİL SINDIRGI?

Sındırgı, eşsiz doğal güzellikleri ve kültürel hikayeleriyle yeşil bir şehirdir. Cüneyt ve Simav Çayı’nın buluştuğu orman kenarında yer alırken, Çaygören Barajı’nın manzarası insanı hayran bırakır.

Rum ustalarının taşı ve ahşabı ustalıkla birleştirerek yaptığı benzersiz sivil mimari örnekleri, tarihi yapılarıyla geçmişi günümüze taşımayı başarmıştır. Ancak 1984 yılında İzmir-İstanbul yolunun güzergahının değiştirilmesi ve tütün üretiminin kota ile sınırlanması, tarım şehri olmasına rağmen turizme yönelerek yanlış politikalarla Sındırgı’nın göç vermesine neden olmuş ve ilçe nüfusu 50 binden 30 bine kadar düşmüştür.

Sındırgı, termal kaynakların bulunduğu bir bölge olarak “Turizm Bölgesi” ilan edilmiş ve bu kapsamda çeşitli büyüklükte otel yatırımları yapılmıştır. Geçmişin ve kültürel mirasın önemini fark eden Bilge Nesil Gençlik Bilişim Sanat ve Turizm Derneği, yerel idarelere çeşitli proje fikirleri sunmuş ve Hanımeli Çarşısı gibi önemli yapıları hayata geçirmiştir.

Şehir, mutluluğun ve dinginliğin simgesi olarak lanse edilmiş ve Bilge Nesil Gençliğin önerisiyle leylek tasarımıyla “Doğal Şehir” olarak anılmıştır. Ancak aslında bu tasarım, 2000’li yıllardan önce kullanılan “Yeşil Sındırgı"nın korunması gerektiğini hatırlatmak amacıyla sunulmuş bir göndermedir. 🌿


SINDIRGI NASIL BİR ŞEHİRDİR? (GÜNCEL)

Doğal güzellikleri ve yeraltı kaynaklarıyla keşfedilmeyi bekleyen Sındırgı, eskiden Koruköy adı ile anılıyordu. Rakımı 230 m (750 ft) olan ve 75 mahallesi bulunan Sındırgı ilçesi 2023 TÜİK verilerine göre 32.879 nüfusu 15.930 erkek ve 16.949 kadından oluşmaktadır. İlçe, Lidya, Pers, Makedonya, Pergamon (Bergama), Bizans, Karesi ve daha sonrası Osmanlı egemenliğine girmiştir. 

Osmanlı döneminde kaza merkezi olarak yönetilen ilçe, özellikle işgal günlerinde Kuvayı Milliye’nin önemli kalesi durumundadır. İbrahim Ethem Akıncı kumandasındaki akıncı Müfrezeleri, Yunanlılara karşı Sındırgı Cephesi’nde amansız mücadele sergilemişlerdir. İlçe bir süre Yunan işgalinde kalmışsa da 3 Eylül 1922’de Yunan işgalinden kurtarılmıştır. 

İlçenin başlıca tarihi mekanları, Hisaralan Kaplıcaları civarındaki Roma dönemi hamamı kalıntıları, Cüneyt Çayı üzerindeki Kemer Köprü, Ilıca Deresi üzerindeki kemer köprüler, Şerif Paşa Cami ve tarihi evlerdir. İlçe ekonomisi tarıma dayalıdır. İlçede buğday ve turşuluk kornişon salatalık başta olmak üzere mısır, baklagiller, arpa, şekerpancarı, tütün, elma, üzüm ve susam yetiştirilmektedir. Hayvancılığın da yapıldığı ilçede özellikle maliyetini kurtarmadığı için dokuyanın azaldığı Yağcıbedir halıları yok olmaya yüz tutmaktadır.

İlçe yeraltı kaynakları bakımından oldukça zengindir. Özellikle, seramik sanayinde kullanılan keolen maden rezervi ile dünyanın en büyük ve en önemli rezervine sahiptir. Balıkesir'de tek toprak ve seramik çömlek atölyesi Sındırgı'da hala varlığını devam ettirmektedir.

Termal turizmde de oldukça iddialı olan Sındırgı, ilçeye 20 km mesafede bulunan Hisaralan Kaplıcası, radyoaktivite özelliği taşımaktadır. Bunun yanı sıra, kaynak suları fluorür içeren sodyumlu bikarbonatlı termal sular sınıfına girmektedir. Başta hareket sisteminin ağrılı hastalıkları olmak üzere, kadın hastalıklarında ve ağrılı rahatsızlıklarda müsekkin olarak kullanılır. Romatizmal rahatsızlıklar, nevralji, nevrite iyi gelmektedir. Hisaralan Ilıcası’nda bir yamaç üzerinde irili ufaklı birçok kaynak bulunmaktadır. Çok sıcak olan bu suların buharlarının, uzaklardan görünüşü buraya ayrı bir özellik vermektedir. Kaynaktan sıcak sular, derin kuyular ve fışkıran kaynaklar biçiminde yüzeye çıkmaktadır. Hisaralan çevresi, suların çökeltilerinin oluşturduğu dikey travertenler ile doludur ve bunların arasında eski, kubbesi yarı yıkılmış bir hamamda bulunmaktadır. Sedef, yara, yanıklara, cilt hastalıklarına iyi geldiği bilinen, Emendere Kaplıcası da ilçenin Emendere (Ilıcalı) köyünde bulunmaktadır. 

Ulus Dağı eteklerinde doğal yürüyüş parkurlarına sahip ilçe, görülmeye değer doğal güzelliklere sahiptir. Çaygören Barajı’nda yelken gösterileri yapılmaktadır. Yamaç paraşütü için de oldukça uygun olan ilçe, geçtiğimiz yıllarda ilçede yamaç paraşütü ile ilgilenen sporcuların isteği üzerine, Yaylacık Tepesi’ne atlayış alanı da yapılmıştır. Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya geldikleri dönemden beri oynadıkları savaş oyunu olarak bilinen ve günümüzde de “Atlı Spor” olarak anılan atlı cirit, Sındırgı’da kurulan Sındırgı Atlı Cirit Kulüpleri tarafından yaşatılmaya devam etmektedir.








SINDIRGI TARİHİMİZ

Sındırgı’nın yerleşim yeri olarak kullanımı çok eski yıllara dayanmaktadır. Lakin Sındırgı’nın şehir olarak kuruluşu 18.Yüzyılın sonlarında olmuştur. M.Ö. 6. yüzyılda Persler, Lidya ve bütün Anadolu ile beraber (Misya) denilen bu çevreyi de İran İmparatorluğuna katmışlardır. 200 yıl kadar İran egemenliği altında kalan bölge Bergama Krallığı ile birlikte Romalıların yönetimine geçmiş daha sonra, önce Bizans sonra Selçuklular tarafından ele geçirilerek idare edilmiştir. Karesi Beyliğinden sonra Osmanlı Egemenliği altına giren bölgeye gelen Çavdarlılar, Avşarlılar adlarını taşıyan Türkmen toplulukları, Sındırgı yöresine yerleşmişler ve Çavdarlı aşiretinden Halil Ağa’nın mezarı halen İlçemiz Karagür Kırsal Mahallesi mezarlığındadır.


Yine antik kaynaklar, Balıkesir ve çevresini Misya (Mysia) olarak kaydetmektedir. Sındırgı tarihte Carsea ve Koruköy adlarını alan eski bir yerleşim alanıdır. Sındırgı’ya tarih sırasıyla Lidyalılar, Persler, Bergamalılar, İ.Ö. 129 yılında Romalılar, Bizanslılar 11. Yüzyılda da Selçuklular egemen oldular. Beylikler Döneminde Karesi Beyliği sınırları içerisinde kalan Sındırgı, 1323 yılında Osmalıların eline geçti. Bu bölgeye : Çavdar, Avşar, Yağcıbedir, Cepni, Karakeçili yörükleri yerleştiler. Daha sonra mübadele ve göçlerle ilçenin nüfusu genişlemiştir.


Çavdarlı Halil Ağanın torunları aralarında anlaşamayarak kardeşlerden Şerif İstanbul’a gitmiş, saraya girmiş bir zaman sonra PAŞA ünvanını alarak Sındırgı’ya dönmüştür. Kocakonak Köyüne yerleşerek Sındırgı ’nın bulunduğu yeri kendisine koruluk ve çiftlik yapmıştır. Daha sonra bu yeri cazip görüp Midilli adasından getirttiği Rum ustalarına Koca Camii (Şerif Paşa Camii )’nin, yanındaki hamamı, (Kocahan) yaptırmıştır. Böylece şimdiki Sındırgı Koruköy adını alarak 1845 yılında köy haline gelmiştir. 1884 yılında Belediye kurulmuş, 1913 yılında Bigadiç’ten ayrılarak ilçe olmuştur.


29 Haziran 1920 tarihinde Yunan işgaline uğrayan ilçenin halkı, canla başla mücadele ederek Rum Birliklerini (sindirmiş) (yıldırmış), sonuçta bir yerde barınamayacaklarını anlayan işgalciler bir çok yangın çıkardıktan sonra İlçeyi terk etmişlerdir.


3 Eylül 1922’de işgalcilerden temizlenen SINDIRGI bu günü resmi kurtuluş günü kabul edip, her yıl coşku ile kutlamaktadır.


Doğal güzellikleri ve yeraltı kaynaklarıyla Batı Anadolu’nun keşfedilmeyi bekleyen güzide ilçesi Sındırgı, Balıkesir iline bağlı olup, il merkezine 63 km, İzmir’e 150 km, Akhisar’a 57 km, Simav’a 87 km.



İbrahim Ethem Akıncı'nın Gözünden Kuvayı Milliye: Demirci Akıncıları

Merhabalar

İbrahim Ethem Akıncı'nın "Demirci Akıncıları" kitabını okudum. Çok etkilendim. İstedim ki Akıncılar unutulmasın. 

Bir yazı kaleme aldım. Aşağıda -Demirci Akıncıları Kitabı özeti şeklinde- onu paylaşmak istiyorum.

Sağlıcakla.

Mustafa Altınöz


Demirci Akıncıları

Balıkesir Kuvayı Milliye şehri. Bu topraklarda doğuyor Kuvayı Milliye. İşgale ilk direniş Ayvalık'ta başlıyor. İlk ateş emrini Yarbay Ali Çetinkaya veriyor. 172. Alay komutanı olarak. Bölgede eli silah tutan kim varsa vatanı savunmaya çağırıyor. Yörükler geliyor. Balkan göçmenleri geliyor. Kendilerine "Kuvayı Milliye" diyorlar.

Yunan askerinden önce korku teslim alıyor köyleri, kasabaları. Bergama'ya hiç bir direnişle karşılaşmadan giriyor düşman. Kuvvayı Milliye'nin ilk başarısı da Bergama'yı geri almak oluyor. Kendilerine daha çok inanıyorlar artık.

Burhaniye'ye 29 Haziran 1920'de girebiliyor Yunan kuvvetleri. Ayvalık'a asker çıkardıktan 13 ay sonra. Düşünsenize. Ayvalık Burhaniye arası sadece 35 km. Öyle kararlı bir direniş yani.

Çok sıkı direniyor bölgedeki Kuvvayı Miliye güçleri. Ama Yunan ordusu daha büyük kuvvetlerle gelince güçleri yetmiyor. Haklı olmanın moral üstünlüğü yetmiyor.

Eli silah tutanlar yine teslim olmuyor. Geri çekiliyor. İbrahim Ethem bey de biraderiyle birlikte Balıkesir'i terk etmek zorunda kalıyor. Bursa'nın yolunu tutuyor. Her yerde bir telaş var, panik var. Bursa'dan İstanbul'a geçiyor. Buradan Anadolu'ya geçmenin yollarını araştırıyor. Sahte kimlikle vapura binip İnebolu'ya geliyor. Oradan herkesi bırakmıyorlar Ankara'ya. Soruşturuluyor kimin nesi diye. 21 Ekimde başlıyor Ankara yolculuğu. At arabalarıyla. 3 Kasım 1920'de ulaşıyor sonunda. Ankara'da Mustafa Kemal Paşanın önderliğindeki yeni hükümet kendisine Demirci kaymakamlığı görevi veriyor. "Sen Çorum'da (Düvertepe) nahiye müdürlüğü yapmışsın. Bölgeyi tanıyorsun" diyorlar. Bu kez Demirci'ye yolculuk başlıyor. 


İbrahim Ethem Bey de Selanik'li. 1989 doğumlu. Selanik'te hukuk okumuş. Kabına sığmayan bir hali var. Atak birisi. Osmanlı Selanik'ten çekilince onlar da katılmış göç kervanına. Ailesini Balıkesir'e yerleştirmişler. Sındırgı'nın Çorum nahiyesine atamışlar. Orada üç yıl görev yaptıktan sonra Balıkesir merkeze alınmış. Mondros Mütarekesi olunca da bırakmış memuriyeti. Avukatlığa başlamış Balıkesir'de. Daha otuzunda genç bir avukatmış Kuvayı Milliye'ye katıldığında.

Eskişehir, Kütahya, Simav üzerinden zorlu bir yolculuktan sonra geliyor Demirci'ye. Tarih 23 Aralık 1920. Bölgede Çerkez Ethem'in Kuvayı Seyyare'si var. Onların sözü geçiyor. Ama Çerkez Ethem'in Ankara hükümeti ile ilişkileri gergin. Koptu kopacak noktasında. Çerkez Ethem'in Yunan tarafına geçebileceği konuşulmakta.

İbrahim Ethem bey bu koşullarda göreve başlıyor. Çerkez Ethem'in yanındaki yurtsever savaşçılarla temasa geçiyor hemen. Parti Pehlivan ile Halil Efe gibi namlı isimler vardır bunların arasında. Çerkez Ethem adamlarına "Ankara'nın yanına geçerseniz sizi affetmez, idam ederler" diye korku vermekte. İbrahim Ethem de onlara güven veriyor. Yanına çekmeyi başarıyor. Uzun süre dağlarda kader ortaklığı yapıyor bu ikisiyle.

Demirci ilginç bir yer. Durmadan yönetim el değiştiriyor. İlk Yunan işgali 21 Temmuz 1920'de. 10 gün sonra Çerkez Ethem'in kuvvetleri geri alıyor. 4 gün sonra tekrar Yunan'a bırakılıyor. Böyle sürüp gidiyor.

Çerkez Ethem 17 Ocak 1921'de Demirci'ye geliyor. Ankara'yla görüşmeler yapılıyor. Sonuç alınamıyor. Çerkez Ethem kuvvetleriyle Susurluk'a giderek Yunan tarafına katılıyor ne yazık ki.


Demirci Akıncıları kitabını okuyorum İbrahim Ethem Beyin. Günlükler şeklinde yazmış. Aralara şiir alıntıları yapmış. Namık Kemal'den, Fikret'ten, Hamid'den, Ersoy'dan... Daha çok da rapor, bildiri, mektup şeklinde yazışma metinleri yer alıyor kitapta. Durumu iyi anlatmak için krokiler de eklemiş. Resmi dil kullanmış. Ağır Osmanlıca sözcükler var. Kitabın sonuna sözlük eklenmiş ama takibi kolay olmuyor. 

İbrahim Ethem Bey iyi bir lider. Zeki, kararlı. Karşısındakinin güvenini kazanmasını biliyor. Bilgisiyle, duruşuyla saygıyı hak ediyor. Sözünü dinletiyor. 

Yunan işgali altındaki bölgede çok iyi bir haberleşme ağı kuruyor. İstihbarat konusunda da çok iyi. Başarılı taktikleri var. Örneğin kendisine atını veren köylüye diyor ki, "Git beni Yunan komutanına şikayet et. Atımı çaldılar de. Böylelikle onların güvenini de kazanmış olursun". Ya da "Köy olarak gidin düşman komutanına şikayet edin bizi. 'Köyümüze saldırdılar. Çatıştık. Ölülerini de alıp kaçtılar' deyip silah isteyin onlardan" diyor. 

Öncesinden bölgeyi tanıdığı için haber kaynaklarına ulaşmakta zorlanmıyor. Kurtuluş umudunu canlı tutuyor hep. "Biz haklıyız. Kazanacağız" diyor. Yanındakiler inanıyor ona.

Türk ordusu geri çekilince bölge işgal altında kalıyor. İbrahim Ethem Bey elindeki kuvvetlerle orduya katılmayı da düşünüyor. Ama geride kalıp düşman kuvvetlerini üzerine çekerek bu savaşta daha faydalı olacağına inanıyor. Sürekli huzu

rsuz ediyor onları. Baskınlar veriyor. Tuzaklar kuruyor. Boşlukları hemen dolduruyor. Cephe gerisinde daha çok kuvvet bulundurmak zorunda kalıyor Yunan ordusu.

Kitapta anlatılanlara göre Yunan askeri bizim köyü (Çorum) ve Çıkrıkçı'yı 23 Temmuz 1921 günü çatışmasız işgal ediyor. Bir sonraki gün Akıncılar Çıkrıkçı köyüne baskın veriyor. Bu kez ertesi günü düşman Çorum ve Çıkrıkçı'dan geri çekiliyor.  

6 Ağustos 1921'de Yunan kuvvetlerinin Demirci'ye baskın yapacağı haberini alıyorlar. İbrahim Ethem Bey bakıyor ki elindeki güç yeterli değil. Çatışmaya girse hem yenilecek hem de düşmana kasabayı yakıp yıkmak için bahane verecek. Kasabayı tahliye kararı alıyor. Kuvvetleriyle dağa çekiliyor. Bundan sonra artık "gerilla" dönemi başlıyor. Ahd ediyor İbrahim Ethem bey. "Memleket düşman işgalinden kurtuluncaya kadar kesmeyeceğim sakalımı" diyor. Kesmiyor da.

Kendisine katılanları müfrezeler şeklinde yapılandırıyor. Sındırgı yöresindeki kuvvetler üçüncü müfrezede.  Müfrezeler iki mangadan oluşuyor. Akıncıların görevlerini, sorumluluklarını yazılı olarak tanımlıyor. Başlara kalpak giyileceği bile yazılmış. Her müfrezenin bir yazıcısı oluyor. Yazılı talimatlar gidiyor, raporlar geliyor kendisine. Telgraf da yok. Atlı ulaklar gidip geliyor. Haberleşmeye büyük önem veriyor. Düşmanın propagandasına karşı uyanık oluyor hep. Halkla ilişkileri de tanımlıyor. Köylüden her aldığının kaydını tutuyor yazıcı. Karşılığında imzalı bir belge veriyor. Zamanı geldiğinde akıncılar arasında ayıklama da yapıyor. Kararlı olmayanlara ayrılma fırsatı veriyor. Eşkiyalık yapmaya yeltenen olursa onlara da haddini bildiriyor. Çok dikkatli. İhanet affedilmiyor. Cezası idam. Düşmanla bir olup ahaliye zulmeden hainler yakalanıp kurşuna diziliyor.


Örneğin Çorum, Alayaka bölgesinde bir Ahmet Ağa var. Herkes tırsıyor ondan. Çok zalim birisi. Yunanla da arası çok iyi. Ondan da faydalanmayı deniyor önce İbrahim Ethem Bey. Ama olmuyor. Sonunda Dedeler köyü taraflarında yanında birisiyle dağda istihbarat yaparken düşüyor Akıncıların eline Ahmet Ağa. Kurşuna dizip çıplak bedenine bir kağıt tutturuyorlar. "Vatanına, din ve milletine hiyanet edenlerin cezası budur" yazıyor kağıtta. 

Ahmet Ağanın idamından sonraki gün, 13 Kasım 1921'de Çorum tekrar işgal ediliyor. Bu kez düşman köye yerleşiyor. Mezar Tepesine karargah kuruyor. 

İbrahim Ethem bey ordu ile temas yolları arıyor hep. Raporlar gönderiyor. Talimat istiyor. Sonunda başarıyor. Umudu artıyor.

Kış gelince dışarda kalmak kolay mı? Dağ başlarında güvendikleri köylere sığınıyorlar. Her zaman tetikteler. Yer değiştiriyorlar sürekli. Karda kışta atların bakımı zor oluyor. Bir dönem piyade olarak devam ediyorlar mücadeleye.

Kime güveneceğini bilmek, tehlikeleri sezmek çok önemli. Parti Pehlivan bile hata yapıyor bir keresinde. Dost görünümlü biri "Niye dert ediyorsun? Çok güvenli bir yer var bildiğim. Eşini oraya bırakalım" diyor. Sonra da gidip yerini düşmana ihbar ediyor. 

Çetelerin aklı hep ailelerinde. Çünkü düşman oradan yükleniyor. Rehin alıyor aileleri. Buradan teslim almaya çalışıyor akıncıları. Bu nedenle bazıları eşlerini yanında gezdiriyor. Onlar da at sırtında geziyor dağları. Halil Efenin eşi Makbule efe de tüfek atarmış, fişek kuşanırmış. Sonunda bir çatışmada şehit olmuş. 

Halil Efe de Selendi taraflarında bir çatışmada şehit oluyor. Araziye gömüyorlar ama mezarını gizlemek zorunda kalıyorlar. Ölü bedenini ele geçirmesi halinde düşmanın yapacağını biliyorlar çünkü. İbrahim Ethem'i öldürdük diye propaganda yapmışlar daha önce. Ellerinde sakallı bir kesik başı gezdirmişler köy köy.

İbrahim Ethem Beyi de sıkıştırıyor düşman. Balıkesir'deki annesini ve kardeşlerini rehin alarak "Gel teslim ol, ne istersen yapalım" diye mektup gönderiyor. Ama teslim olmuyor. "Önce vatan" diyor.

Hep bir umudu var akıncıların. "Kış bitecek. Ordumuz saldırıya geçecek. Düşmanı yurdumuzdan söküp atacağız" diye bekliyorlar. Kış bitiyor, bahar geliyor. Ama bekledikleri gibi olmuyor. Neredeyse yaz bitecek hala haber yok. Umutlar kırılmaya başlıyor. "En iyisi biz Yunanla iyi geçinmenin yollarına bakalım" diyenler çoğalmaya başlıyor. Çok zor bir durum gerçekten. 

Ne zaman ki 26 Ağustos'ta başlayan büyük taarruzun haberleri gelmeye başlıyor. O zaman hava değişiyor. Herkese can geliyor. Bu haberi hemen yayıyor İbrahim Ethem bey. Akıncılara katılmak isteyenler çoğalıyor. 

30 Ağustostan sonra düşman ordusu panik halinde kaçmaya başlıyor. Müfrezeler düşmanın ensesinde sürekli. Sıkıştırıyor onları. Çekilirken düşman köylere kasabalara daha fazla zarar vermesin isteniyor. 

Simav, Yeniköy ve Çorum'u 31 Ağustosta boşaltıyor düşman. 3 Eylülde de Sındırgı'yı tahliye ediyor.

Asayiş için de önlemler alınmaya başlanıyor hemen. "Kasabalarda idare ve iaşe için heyetler oluşturulacak" diye genelge yapıyor İbrahim Ethem bey. Bizim ordunun gelmesi beklenmiyor. Örneğin Balıkesir. Yunan kuvvetleri 6 Eylülde şehri boşaltırken hemen müfrezeler giriyor şehre. İbrahim Ethem bey Balıkesir'den yönetiyor akıncıları. Edremit, Burhaniye, Balya, Bigadiç, Sındırgı, Akhisar, Soma, Kırkağaç... 

Sonunda 25 Eylül 1922'de ordu geliyor Balıkesir'e. Akıncılar da görevi orduya devrediyor. Müfrezelere dağılma talimatı veriyor İbhrahim Ethem Bey. 

Söz verdiği gibi tekrar Demirci'ye dönüyor kaymakam olarak. Sonrasında Malatya'da, Muğla'da genç cumhuriyetin valisi olarak görev yapıyor. Atatürk'ün önerisiyle "Akıncı" soyadını alıyor. 

İbrahim Ethem Akıncı 11 Mayıs 1950 tarihinde kalp krizi geçirerek göçüyor bu dünyadan. Mezarı Sındırgı'da. Büyük bir kahramanlık örneği bırakıyor ardında. 

Onun gibi kahramanlar sayesinde bugün varız. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum."

İbrahim Ethem Akıncı'nın Kaleme aldığı hatıralar kitabı

Demirci Kaymakamı: İbrahim Ethem (İşgal Zamanı)



Düşman İşgalinden sonra Kaymakam İbrahim Ethem Akıncı


Düvertepe İlkokulu Kurtarılmayı Bekliyor

Düvertepe İlkokulu / Ruin of the Primary School I attended in Düvertepe, Balıkesir.

Benim de 1970-75 yıllarında okuduğum Düvertepe İlkokulunun görüntüleri bunlar. Bina 1926 yılında yapılmış. Daha harf devrimi yok ortada. Pencerenin birindeki kilit taşında Arapça bir yazı vardı. Soruşturdum. Abdullah Sabri yazarmış. Büyük olasılıkla binayı yapan ustanın imzası oluyor bu. 

Anam anlatmıştı: 1960'larda Yeniköy'de karşılaştığı bir ihtiyar okulu sormuş. "Bizim çok emeğimiz var o okulun yapımında. Düvertepe'nin muhtarı bütün civar köyleri angaryaya çağırırdı. Öküz çifti olanlar sırayla giderdik. Düvertepe'nin etrafındaki bütün köylerden. Taş ocaklarından o taşları taşıdık günlerce. Bir tarafta yontucular. Ustası öyle sağlam bir duvar ördü ki. O binanın duvarları hayatta yıkılmaz..."

Biz mezun olduktan bir kaç sene sonra binanın tamiri için Milli Eğitim'den ödenek istemişler. Onlar da yeni bina yapılacak diye burayı boşalttırmışlar. Bir ara köyün çocukları kahvehane'den okula dönüşen yerlere bile gitmişti. 

Köyde Yatılı Bölge Okulu var şu anda. Betonerme bir bina. Daha kullanışlı olduğu şüphesiz. 

Ama o eski okulun duvarları hala ayakta. Direniyor. Belki birileri çıkar da bir gün "Bu tarihi binaya yazık oluyor. Geçmişle bağlarımızı koparmayalım. Bu binayı kurtarmak lazım..." der diye bekliyor....

Yazı ve Fotoğraflar: Mustafa ALTINÖZ 





TEK ÇİVİ ÇAKILMADAN YAPILAN AHŞAP CAMİ : ELMALI

 TEK ÇİVİ ÇAKILMADAN YAPILAN AHŞAP CAMİ

  ELMALI KÖYÜ : İZNİK / BURSA 

Bursa'nın İznik ilçesi Elmalı köyünde 1884 yılında Trabzonlu ustalar tarafından çivi kullanılmadan, çentik yöntemiyle büyük bölümü 93 meşe ağacı kullanılarak yapılan ahşap cami, ihtişamıyla yıllara meydan okuyor.

O dönemde büyük bölümü 93 meşe ağacıyla yapıldığı bilinen, tavanında çam ve bazı bölümlerinde ardıç kullanılan yaklaşık 150 metrekarelik camide, küçük bir asma kat da bulunuyor. Cami, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.  

Bu özellikteki bir caminin Doğu Karadeniz'deki yapıları andırdığını görüyoruz. Burada 1871'de bir mescit inşa edilmiş. Bu mescit daha sonra bir yangınla yok olmuş. Daha sonra Trabzonlu ustalar tarafından 1884 yılında şimdiki çivisiz ahşap bir cami yapılmış. 

Söz konusu camiye 1947'de küçük bir ekleme yapılmış.

Ahşap camide ısıtma sistemi olmadığı için kışın yeni cami, yazın ise ahşap cami kullanılıyor. 

Çivisiz cami bizim kültür mirasımız olarak korunup kollanıyor. Marmara Bölgesi'nde çivisiz yapılan tek cami olduğu için vatandaşlar zaman zaman gelerek burayı ziyaret ediyor. Yani cami bu yönüyle bakıldığında turizm açısından da önem arz ediyor." 

Elmalı köyü sadece ahşap camisi ile bilinen bir yer değil. Aynı zamanda Karadeniz yaylalarını aratmayacak mükemmel bir yaylaya sahip. Gün boyu temiz havası ile piknik yapabileceğiniz bu yaylaya hayran kalacaksınız..





Türk İslam Sanatlarında Kullanılmış Hayvan Figürleri

Türk İslam Sanatları Tarihi’nde hayvan figürleri:


1: Erzurum Yakutiye Medresesi, en üstte kartal, onun altında “hayat ağacı” ve onun altında da iki tane aslan figürleri.



2: Erzurum Çifte Minareli Medrese, Çift başlı kartal, hayat ağacı ve çift başlı ejder figürü.



3: Ağrı İshak Paşa Sarayı, Aslan figürü ve aslanın kuyruğu ile başlayıp uzayan ve diğer aslanın kuyruğu ile birleşen bir çeşit hayat ağacı.



4: İzmir Birgi, Aydınoğlu Mehmet Bey Camii, köşe taşı olarak kullanılan aslan figürü. Muhtemelen devşirme.



5: Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü çinileri içinde gizlenmiş kuşlar.



6: Sivas Gök Medrese’nin taç kapısı üzerinde 12 Hayvanlı Çin takvimine atıf olarak düşünülen karışık hayvan figürleri. Ejderler net olarak görülüyor. Sağdakinde ise kanatlı bir insan figürü var gibi.



Kayseri Hunat Medresesi’nin su oluklarında (çörten) ise Boğa başına benzeyen bir figür kullanılmış. Fakat bir takipçimizin hocası bunun Aslan figürü olduğunu belirtmiş.

Erzurum Üç Kümbetler’de ise Boğanın boynuzları arasında bir insan başı olduğu bilgisine ulaştım.

7: Adana Ulu Camii’nde çift başlı yılan ya da ejder figürü. Bu kümbete benzeyen ögenin bir benzeri daha yok.



İshak Paşa Sarayı’nda Kartal, Aslan ve İnsan figürlü ahşap taşıyıcılar. Detaylı videosu abonelere özel kısımda video ile anlattık. Bakabilirsiniz.

8: Amasya Sabuncuoğlu Şerafettin Daruşşifası’nın taç kapısında tam olarak ne olduğu belli olmayan bir sembol. Yılan gibi duruyor.



9: Cizre Ulu Camii kapısının ejder motifli tokmakları. Orijinalleri Danimarka’da. (İzinsiz alınmış, ÇALINMIŞ)



Bunların dışında Diyarbakır Ulu Camii ve Mardin’deki tarihi yapılarda hayvan figürleri görmek mümkün. Bursa ve Konya arşivimde hiç bu tarz motiflere denk gelmedim gözden kaçmış olabilir.

Özetle; Selçuklu dönemi eserlerinde camii ve medreselerde hayvan figürü çokça kullanılmış; Osmanlı döneminde daha çok geometrik ve bitkisel motiflere ağırlık verilmiş diyebiliriz. Türklerin Orta Asya’dan getirmiş olduğu kültürün bunda etkisi vardır. Biraz da İran’ın.


Kaynak: instagram: Anadolunun Camileri