Balıkesir

zafer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zafer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bir Kahramanın Sessiz Fedakârlığı: Seyit Onbaşı

1915 yılında yapılan Çanakkale Savaşları sırasında Rumeli Mecidiye Tabyası’nda görev yapan Seyit Onbaşı, kabul edilmesi güç bir kahramanlığa imza atmıştır. Normal şartlarda kaldırılması mümkün olmayan 276 kiloluk mermiyi sırtlayarak topa yerleştirmiş ve İngiliz zırhlısı HMS Ocean’ı vurarak batırmıştır. Bu kahramanca hareketiyle, 18 Mart’ta Çanakkale Deniz Savaşları’nın zaferle sonuçlanmasına büyük katkı sağlamıştır. Ancak savaş burada bitmemiş, bir yıl kadar süren kara savaşları devam etmiş ve nihayetinde düşman, Çanakkale’den tamamen çekilmek zorunda kalmıştır. Seyit Onbaşı, o gün yalnızca bir mermi değil, vatanın yükünü kaldırmış ve savaşın seyrini değiştirmiştir.

Sessiz kahramanlar

Cephede savaşan askerler kadar, onların geride bıraktığı aileleri de savaşın ağır yükünü taşımak zorunda kalmıştır. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, cephedeki evlatlarını hasretle beklerken bir yandan da zor şartlarda ekonomiyi ayakta tutmaya çalışmışlardır.

Savaş, her zaman belirsizlikler ve ihtimallerle doludur. En kötü ihtimal, ordunun yenilgiye uğrayarak vatan topraklarının düşman çizmeleri altında ezilmesi olurdu. Ancak Allah’a şükür ki ordumuz, büyük bir zafer kazanmıştır. Fakat zafer, her zaman askerlerin sağ salim döneceği anlamına gelmez.

• Kimi asker şehit olur, künyesi gelir.

• Kimi yaralanıp gazi olarak döner.

• Kimi düşmana esir düşer.

• Ve kimi de nasibi varsa sağ salim evine kavuşur.

Cephe gerisinde bekleyen aileler için bu bilinmezlik, en büyük sınavdır. “Beklemek, ateşten zordur.” denmiştir. İşte, Seyit Onbaşı’nın ailesi de bu bilinmezlik içinde yıllarca beklemiştir.

Eve dönüşü

Seyit Ali Çabuk, yani Seyit Onbaşı, yıllarca cepheden cepheye koşmuş, vatan müdafaasında bulunmuş bir askerdi. Çanakkale Savaşları sona erince terhis edilmiş ve sağ salim köyüne dönme vakti gelmişti. Ancak ne ailesinden onun haberi vardı ne de onun ailesinden…

Terhis edilince, köyüne doğru uzun bir yolculuğa çıktı. O dönemin şartlarında haber verme imkânı olmadığı için ailesi, onun yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu. Uzun süren bir yolculuğun ardından Balıkesir’in Havran kazasına bağlı Çamlık köyüne (bugünkü adıyla Koca Seyit Köyü’ne) ulaştı. Gece vakti evinin önüne geldi. Ancak birden içeri girerse ev halkının korkabileceğini düşündü ve bir süre kapıda bekledi.

Fakat beklemeye dayanamadı, kapıyı çaldı. Bazı anlatımlara göre ise annesi, camdan dışarı bakınca sakallı birini fark edip evdekilere haber verdi. Böylece kapıyı çalmak zorunda kaldı.

Zorluklarla dolu bir hayat

Seyit Onbaşı, savaşa giderken evliydi. Küçük bir kız çocuğunu, eşini ve yaşlı anne babasını geride bırakmıştı. Geri döndüğünde kendisini nasıl bir hayatın beklediğini bilmiyordu.

Kapıyı çaldığında içeriden annesinin sesi geldi:

•“Kim o?”

•“Ana, ben Seyit!”

Kapı açıldığında, anne-oğul birbirine sarıldı ve gözyaşları sel oldu. Ancak Seyit Onbaşı, etrafta babasını göremedi. Annesi, gözleri dolarak “Oğlum, baban vefat etti...” diyebildi.

Seyit Onbaşı’nın annesi, eşi ve küçük kızıyla birlikte üç kadın, savaş boyunca hayatın bütün yükünü sırtlamıştı. Bir yandan evin geçimini sağlamaya çalışırken, bir yandan da oğullarının sağ salim döneceği günü beklemişlerdi. Şimdi, vatanın yükünü kaldıran Seyit Onbaşı, artık ailesinin yükünü kaldırmak zorundaydı.

Omuzlarındaki yeni yük: Ailesinin geçimi

Seyit Onbaşı, babasından kalan eşekle dağdan odun taşıyarak ailesini geçindirmeye çalıştı. Bir gün, biraz helva ve pazar ekmeği alarak ailesine küçük bir ziyafet çekmek istedi. Ancak kaderin ona yükleyeceği yük bitmemişti…

Babasından kalan eşek bir süre sonra öldü. Bu kez kendi sırtında odun taşımaya başladı. Ardından bir zeytinyağı fabrikasında hamal olarak çalışmaya başladı ve sırtında ağır yükler taşıyarak ailesinin nafakasını temin etmeye gayret etti.

Kader, ona hep omuzlarında ağır bir yük taşıma şerefi vermişti. Önce vatanını, sonra ailesini omuzlarında taşımıştı.

Son günleri

Soğuk bir kış günü, hamallık yaptığı sırada terleyip soğuyunca zatürreye yakalandı. Ne yazık ki bu hastalıktan kurtulamadı ve 1 Aralık 1939’da, 50 yaşında vefat etti.

Seyit Onbaşı’nın mirası ve bugüne mesajı

Seyit Onbaşı, cesur, yiğit ve kahraman olduğu kadar mütevazı ve alçakgönüllü bir insandı. Savaşta yaptıklarını anlatmaz, “Herkes görevini yaptı.” derdi. O, hiçbir zaman kendisini kahraman olarak görmedi, ama tarih, onu hep öyle anacaktır.

Bugün Seyit Onbaşı’nın torunları olarak, ondan alınacak büyük dersler var:

✔ Vatanın ve ailenin yükünü omuzlamak, bir babanın ve bir evladın en büyük vazifesidir.

✔ Şartlar değişse de, bir babanın görevi değişmez.

✔ O gün sırtında odun taşıyan Seyit Onbaşı vardı; bugün de evinin kirasını, elektrik faturasını, çocuklarının masrafını karşılamaya çalışan babalar var.

✔ En önemli şey, ümidini kaybetmeden, azim ve şevkle mücadelesini sürdürmektir.

Bugünün babaları, Seyit Onbaşı’nın torunları olduklarını unutmazlarsa, vatanını ve ailesini koruma şuurunu da kaybetmezler. Çünkü tarih, sırtında yük taşıyanları değil, yükün altına girmeyenleri unutur.




Azerbaycan Şiiri

 AZERBAYCAN

Benim hayatımın en hareketli ve en verimli dönemleri Azerbaycan’da geçti. 

 Oraya gittiğimiz zaman ülkenin başında karabulutlar geziyor, QARABAĞ ve etrafında sürekli toprak kaybediliyor, düşmanla mücadele etmek için birlik oluşturulamıyordu. Kaybedilen topraklar, gelen şehitler, yüzbinlerle QAÇGIN denilen mecburi göçkünler, fakirlik, yokluk ve kıtlık….. Bunları Azerbaycan halkı ile beraber yaşadık. Okulumuzun bahçesi şehitlerin getirilip bekletildiği yerdi. Şehit yakınlarının perişan vaziyetine çok şahit oldum. Kim olduklarını bilmediğim bu şehitlere kendi odamda çok gözyaşı döktüm. Ama bunu sadece ben ve  HAYY OLAN ALLAH bildi. 

Sonra bir sükunet ve rahatlık devri başladı ama o yıllarda kaybedilenler ve bıraktığı yaraları hep gördük, hissettik. 

 Ve yıllar sonra can Azerbaycan’ımızın Zafer haberleri bizleri sevindirdi, coşturdu. Zaferlerin daim olsun Azerbaycan! 

  Azerbaycan hakkında çok şey söylemek mümkündür. Çünkü orada yaşadığım 17 yıla asırlar sığdı. Ancak sözün kısası makbuldür sadedinde duygularımı bir ölçüde bulduğum şu şiir çok hoşuma gider ve okurum zaman zaman.  


 ŞAİR YAVUZ BÜLENT BAKİLER’ E Allah rahmet etsin


AZERBAYCAN YÜREĞİMDE BİR ŞAHDAMARDIR

Kuşluk vaktine kadar geceler boyu

Savrularak okuduğum yine Şehriyar

Ala ceylanlara benzer hep Azeri türküler

Dinlediğim tar


Ayrılmaz başımdan bırakmaz beni artık

Selamsız sabahsız bir efkar

Ve yüreğim bin yıllık destanlarla tutuşur

Büyür Azerbaycan kadar


Azerbaycan

Dedem Korkut şafağı

Mübarek dilimi süt gibi sağar

Bazen rüzgar olur iliklerimde

Bazen yağmur gibi üstüme yağar


Götür beni Aras Al beni Hazar

Oğuz'u Oğuz'dan başka kim anlar

Yaram derin merhemim yok vaktim dar

Bir destan yazar gibi yaz beni Hazar

Duy beni Bahtiyar

Duy beni Şahmar


Geçen zaman üstüne dökülen kan üstüne

Kılıç - kalkan üstüne

Ve ağzı köpüren yeleli atlar üstüne

Benim bir yeminim var

Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır

Ben Yakup gibiyim uzun yıllardır

Onda Yusuf'umun kokusu vardır

Ve hasreti gönlümde büyük Türkistan kadardır

Ayettir kitabımda bayrağımda rüzgardır

Azerbaycan yüreğimde şahdamardır


Şimdi Azerbaycan'da mevsim bahardır

Türküleri yine, baştanbaşa efkardır

Düşlerime yağan kardır

Boynu bükük bir diyardır

Yardır

Ağzı köpüren atlar üstüne yeminim vardır

Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır.